Bu sonbahar bir türlü görmeye fırsat bulamadığımız Slovenya’yı keşfedelim dedik ve ne zamandır aklımızda olan Ljubljana’ya uygun fiyatlı bir THY seferi de bulunca 2016 Ekim ayı için Ljubljana biletlerimizi aldık, iyi ki de almışız, biz Ljubljana’yı çok sevdik.
Veee bu defa Slovenya’yı tanımak, keşfetmek için Yine Düştük Yollara…
21 Ekim Cuma günü saat 17:50 uçağı ile 1 saat 50 dakika süren yolculuk sonrası saat 19:00 gibi Ljubljana’ya indik, İstanbul ile Ljubljana arasında 1 saat saat farkı var.
Biz Cuma akşamından gittik ve Cumartesi, Pazar, Pazartesi olmak üzere 3 günlük bir gezi yaptık. Pazartesi akşamı dönüş uçağımız saat 23:20 de olduğundan 3 günümüzü dolu dolu kullandık.
Slovenya öyle güzel bir noktada ki, kuzeyinde Avusturya, batısında İtalya, güneyinde Hırvatistan, doğusunda Macaristan, şöyle bir düşündüm de pek renkli, pek güzel komşular. Ehh oraya kadar gitmişken komşu ziyaretleri de yapalım dedik.
Öncelikle havaalanında internet üzerinden kiraladığımız arabamızı teslim aldık, Slovenya’da Ljubljana’nın yanısıra Bled gölü çevresi ve Adriyatik kıyısındaki bir kaç Slovenya şehrini daha gezme planımız olduğundan araç kiralamak en mantıklısı diye karar verdik, çünkü havaalanından 26 km olan Ljubljana şehir merkezine taksiyle gidiş 23 Euro, tatil sonunda şehirden de havaalanına dönüş için 23 euro vermek gerekecek, bu durumda sırf havaalanı gidiş dönüşü için 46 euro taksi parası ödemek anlamsız olacaktı. Çünkü araç kiralama bedeli olarak 3 gün için toplam 105 euro ödedik.
Ayrıca Slovenya’da Ljubljana’nın yanısıra Adriyatik sahili kıyısındaki şehirlerini ve manzarasına doyum olmayan Bled gölünü de görebilmek için araba kiralamak en doğrusu. Yine eğer daha uzun zamanlı bir tatil programı ise Slovenya’nın komşu ülkeleri olan İtalya’ya, Avusturya’ya, hatta Hırvatistan’a da geçmek mümkün. Ama diğer ülkelere de geçebilmek için kiralanan araca ek bir bedel ödememiz gerekiyordu, biz İtalya’ya da geçeceğimiz için günlük 5 euro kadar ayrıca bir fark ödedik. Otoban geçişleri için de ayrıca araba kiralama şirketine ek bir bedel ödeniyor.
Tüm bunların yanısıra Ljubljana’da trafik de yok denecek kadar az, araba asla başınıza dert olmuyor Ljubljana’da, çünkü tam şehir merkezindeki Kongresni meydanının altı tamamen bir yeraltı otoparkı, aracınızı oraya parkedip 50 mt yürüdüğünüzde nehir kıyısı ve merkezdesiniz, oteller de hep bu meydana yakın.
Ljubljana üniversitesi, Slovenya Flarmoni Orkestrası binası, Ilızuj Müzesi (çocuklar için ilüzyon müzesi) Kongresni meydanı çevresinde yeralan önemli noktalar. Kongresni meydanından Subiceva caddesine doğru gidildiğinde ise hemen Parlemento binası, Slovenya Ulusal Müzesi ve yolun sonunda da Tivoli parkı var.
Slovenya’nın ülke nüfusu 2 milyon, başkenti Ljubljana’nın nüfusu ise sadece 280 bin, gitmeden önce bu bilgiyi okumuştum ama esas havaalanına inip şehre doğru yola çıkınca bunun ne anlama geldiğini anlıyor insan. Hele 15 milyon nüfuslu İstanbul gibi bir şehirde yaşayınca.
Ljubljana Üniversitesi Erasmus değişim programındaki üniversiteler içinde olduğundan çok kalabalık öğrenci nüfusu oluyor denildi ama hem okul dönemi hem de hafta sonu olduğu halde hiç öyle öğrenci kalabalığı da yoktu.
Gitmeden önce Ljubljana hakkında bilgi toplarken çok da yapacak şey yok aslında, şehri bir günde gezip diğer Slovenya şehirlerine hatta hazır bu kadar yakınına gelmişken İtalya’ya geçeriz diye plan yapmıştım. Ljubljana’da gezip, havasını soluyunca, öyle sevdik ki İtalya’ya da geçtik ama son gün kendimize Ljubljana’da nehir kenarında tekrar bir yemek ve kahve içme süresi yarattık ve son saatlerimizde döndük geldik Ljubljana’ya.
*
Biz İtalya’nın Palmanova ve Trieste şehirlerini de görmek istediğimizden böyle bir rota yaptık. Aslında sadece Slovenya içi gezisi için;
Slovenya içinde Ljubljana’dan Bled tarafına gidiş dönüş 108 km
Gene Ljubljana’dan Piran tarafına gidiş dönüş ve çevre gezisi için 260 km yol yapılıyor.
Toplam 370 km yol yaparak Slovenya gezisi yapabilirsiniz.
Evet arabamızı aldık ve havaalanından şehre doğru yola çıktık, akşam karanlığı çökmüş, yollarda en ufak bir ışık, lamba yok, çevremiz orman, havalanı da ormanlık alanda. Zaten bilgiler Slovenya’nın %57 si ormanlık alan olduğu yönünde, heryer ağaç, Slovenya Avrupa’nın en yeşil 3. ülkesi ünvanına sahip.
Akşam saati önce direkt gidip Kongresni meydanının altındaki otoparka arabamızı park ettik, otelimiz de tam merkezde, otoparka 50 metre, otele eşyalarımızı bırakıp hemen acıkan karnımızı doyurmak için otelden çıktık. Havaalanından gelirken şehir çok sakin gibi gelmişti ama sokaklarda Cuma akşamı eğlencesine çıkmış epeyi bir kalabalık var, ama öyle sakin ve seviyeli bir kalabalık ki, Ljubljana’lılar oturmuş cafelerinde, barlarında içkilerini içiyor, restoranlarda yemeklerini yiyiyorlar, sohbet ediyorlar. İlk geceden öyle ısındık ki Ljubljana’ya, bu sakinlik bile yeter hayran kalmaya.
Üçlü köprüden karşıya geçip, sağa doğru yürüdük ve gözümüze bar-hamburgerci tarzında bir yeri kestirdik, ismi Pop’s Grill Burger Bar, dışarıda ısıtıcılar altındaki masalarda yüksek taburelerin üstüne yerleştik, küçücük ve sevimli Rıbji meydanındaki bu hamburgerci pek keyifli. Hamburger ve kendilerinin yerel hazırladıkları bira siparişlerimizi verdik, öyle beğendik ki yediğimiz hamburgerlerimizi ve içtiğimiz biralarımızı, üç öğün burada mı yesek dedik.
Yemeğimiz bittikten sonra artık yol yorgunluğu biraz yürüyelim, sonra da otelimize dönelim sabah erken kalkıp gezeceğiz dedik, yol üstünde aynı bizdeki gibi sokak kestanecisi mangalda kestane satıyordu, hava soğuk sıcak kestanemizi de aldık, bir de yanına çay, oh mis.
Sabah erkenden kalktık, kahvaltımızı dışarda burek (börek) yiyerek yapmayı aklımıza dünden koymuştuk, ama ne olur ne olmaz Cumartesi sabahı börekçilerin açık olmama ihtimaline karşı oteldeki kahvaltıdan bişeyler atıştırıp dışarı çıktık, hava puslu, öyle ki şehre tepeden bakan ünlü Ljubljana kalesi sisten görünmüyor.
Ljubljana ortadan akan Ljubljana nehrinin iki yakasına kurulmuş, küçücük bir şehir.
Nehrin iki yakasını birbirine bağlayan ve hikayeleri olan birçok güzel köprüsü var. Eski şehir bölgesinde nehrin iki yakası öyle güzel ki, tarihi evler, birbirinden güzel ürünlerin satıldığı pazar yeri, köprüler, şehrin ortadından akan nehrin güzel su sesi, sakin dingin nehrin kenarındaki şık cafe ve restoranlar, ara sokaklardaki küçük sevimli dükkanlar, birbirine yaslanmış renk renk evler, hepsi birbirinden güzel, hepsi insana ayrı bir huzur veriyor. Çok güzel, çok görsel.
Otelimiz çok merkezi, 50 metre ötemiz şehrin ünlü Preseren meydanı ve meydanı Ljubljana kalesinin de olduğu eski şehir tarafına bağlayan ünlü Tromostovje/ Triple Bridge/ Üçlü köprüsü.
Şehrin en bilinen noktası Preseren Meydanı, ismini Slovenya’nın ünlü şairi France Preseren’den almış, meydanda şairin heykeli de var, sevimli bir meydan ve şehrin merkezi burası, meydandaki pembe renkli bina 1660 yılında yapılmış Annunciation (müjde) Kilisesi.
Slovenya için önem taşıyan mimar Plecnic ise kentin simgesi haline gelmiş ünlü Tromostovje/Üçüz köprüsünün mimarı ve bu köprü de Preseren meydanına bağlı, yapımı 1280 li yıllara dayanan köprü önceleri tekmiş ve araçlara açıkmış, mimar Plecnic tarafından 1842 de iki geçiş daha eklenerek bugünkü üçüz halini almış, eklenen iki küçük köprü o zamanlar yayalar için yapılmış, günümüzde ise köprünün tüm geçişleri araçlara tamamen kapanmış durumda.
Bu meydandan ister ırmağın bu tarafından ister Üçlü Köprüden karşıya geçip sola doğru devam ettiğinizde şehrin simgesi haline gelen diğer tüm köprüleri arka arkaya inci gibi dizilmiş olarak görebilirsiniz, o kadar birbirlerine yakınlar ki, neredeyse araları 50 şer metre, Shoemakers Bridge, Triple Bridge, Butcher Bridge, Dragon bridge.
Tromostovje/ (Triple Bridge)/ Üçlü köprüyü geçtikten sonraki köprü Mesarski Most/ (Butcher Bridge) yani Kasaplar Köprüsü, Kasaplar köprüsünden sonraki köprü ise Zmajski Most/(Dragon Bridge) Ejderha köprüsü ki bu köprü her iki başına da konulmuş ejdarha heykelleri ile şehrin simgesi haline gelmiş.
Güneşli bir günde, şehirde gezmeye başladığımızda önce Preseren meydanından ve Üçlü Köprüden karşıya geçtik ve nehrin kenarından sola doğru devam ettiğimizde meydanda bizi bir sürpriz bekliyordu, o gün Ljubljana’da hamburger festivali varmış, belki 20-30 ayrı tezgahta farklı farklı hamburgerciler standlarını kurmuş, dev mangallar yakılmış, müzik çalıyor, herkes eğleniyor, dans ediyor, yiyiyor, içiyor, havada kesif bir mangal dumanı bulutu ve hamburgerlerin hepsi birbirinden nefis görünüyor.
Yurtdışında her gittiğimiz şehirde pazar yerleri özel ilgi alanımıza girer, özellikle ayak üzeri atıştırmalık yemek de yiyebildiğimiz pazar yerlerini çok seviyoruz, işte Ljubljana’yı da bu kadar sevmemizin bir sebebi de bu tam merkezdeki pazar yeri muhabbeti. Bir tarafta balıklar pişiyor, diğer tarafta cevapcici denen memleket köftesi, zeytinyağı, turşu çeşitleri, sebze meyveler, ev likörleri, seyyar odun ateşinde pizza pişirip satan pizzacı, hamburgerciler, sosisli sandviççiler, çiçekçiler, neler neler, gözümüz döndü, hangisinin tadına bakacağımızı şaşırdık, işte burası “Central Market” diye geçen Vodnikov semti pazar yeri. Ayrıca Mart ve Ekim ayları arasında her Cuma bu meydanda Open Kitchen adı verilen etkinlikleri de oluyormuş, bundan sonra gidersek perşembe akşamından ya da cuma sabahı Ljubljana’da olacak şekilde gitmek farz oldu, öğrendiğim kadarıyla çok renkli ve yemek konusunda verimli bir pazar yeri etkinliği oluyormuş bu Open Kitchen, sürekli yemece.
Kasaplar Köprüsü ile Ejderha köprüsü arasındaki upuzun yerleşim eskinin tamamen et satılan dükkanlarının yer aldığı kasaplar çarşısıymış, Kasaplar köprüsünün adı da buradan geliyormuş, şimdi ise yine bir kaç dükkan kasap olarak kalmış diğerleri, cafe, pastahane, fırın, börekçi, büfe tarzı yerler şeklinde sıra sıra şirin dükkanlar haline gelmiş, alt katına inince de balık hali ve camları direkt nehre bakan bir balık restoranı var. Central Market açık pazar yerine bitişik olan bu sıralı dükkanlar halkın pazarda alışveriş yaptığı, sonra da kahve bira içtiği yerler, önlerinde masa sandalye olanlar var ve çok eğlenceli, çokk…biz bayıldık.
Pazarda gezdik, her tezgahtan bir şeyler atıştırdık, hem cevapcici köftesi, hem burek (börek), hem de mis gibi ızgara sardalya balığı yedik, köprüleri geçtik, zikzak çizdik, nehrin bir o yakası bir bu yakasını gezdik, arka sokaklarında yürüdük, bu kadar yediklerimizin yetmemiş gibi bir de pazar yerinin kale tarafındaki Ciril Metedov caddesi üzerindeki Klobasarna isimli sosisçide sosis yedik.
Ljubljana’da nehrin iki yakasındaki nehre paralel caddeler şık, sevimli cafe ve restoranlar sıralanmış, insan her birinde oturmak istiyor, hepsi ayrı güzel
Şimdi de kaleye çıkmak üzere finikülere binmek için Krekov meydanına geldik. Kaleye finiküler ile çıkılabildiği gibi, tepeye tırmanarak çıkan bir patika yürüyüş yolu da var ancak çıkarken değil de inişte bu patika yoldan inmekte fayda var, yukarı kadar tırmanarak çıkmak zorlayıcı, finiküler iniş çıkış ücreti 7 euro.
Ljubljana kalesinin uzaktan görünüşü, şehre hakimiyeti ile ihtişamı daha etkileyici, ama kalenin içinde ve özellikle kaleden şehrin manzarası çok da aman aman bir görselliği yok, hatta kaleden şehre bakınca aşağıdaki büyü bozuluyor, çünkü bizim çok beğendiğimiz old town/eski şehir kaleye çıkınca görülüyor ki bir noktada bitiyor ve o güzel evler, güzel kiremitli çatılar, neredeyse ikinci halka da modern apartmanlara dönüşmüş ve eski şehri çok da sevimli olmayan binalar sarmalamış, ama şehrin yeşilliği muhteşem. Ben büyü bozulmasın ve bu manzara kafama kazınmasın diye kaleden şehre çok bakmadım desem. Kalenin ortasında şık bir cafe var, burada birşeyler yiyip içmek keyifli olabilir, ama kale duvarları yüksek olduğundan bir manzarası yok bu cafenin, biz de şehirde yeterinden fazla yiyip içtiğimizden burada yiyip içmeye devam etmedik.
Kale ile ilgili 5-10 dakikalık bir film hazırlanmış, bu film aracılığıyla izleyeyip kalenin tarihçesi öğrenilebiliyor, kale 13. Yüzyıl yapılmış, ayrıca klasik olarak Osmanlı’dan korunma amaçlı kalenin güçlendirilme hikayesi de burada anlatılıyor.
METELKOVA BÖLGESİ
Şimdi de Ljubljana’nın en ilginç bölgesi olan Metelkova’yı keşfe gidiyoruz, Metelkova bize Kopenhag’da gördüğümüz Christiania bölgesini hatırlattı. Şehrin özgür bölgesi, kurtarılmış bölge gibi.
Aslında “işgal” edilmiş bölgeler bunlar, bir başkaldırıyla başlayan ve protest anlayışla geniş kitlelere yayılan, kullanılmayan alanların, evlerin, depoların, metro istasyonları gibi kamusal alanların barışçıl bir şekilde işgal edilmesiyle devam ediyor ve halka açılmasıyla tamamlanıyor. İşte bu komunal işgallere bir örnek de Metelkova.
Metelkova, Lujblijana’nın Masarykova caddesi üzerindeki tren istasyonuna yakın bir semtte, Metelkova sokağı üzerinde. Girerken insan bir endişeye kapılmıyor değil, boş yıkık dökük binaların arasından geçip giriliyor, önce yok ya burası değildir deyip, hafifçe bir tırsmayla dönelim demedim desem yalan olur. Ama biraz ilerleyince içeride başka bir Dünya olduğunu görüyor insan.
Bu bölge 1900’lü yıllarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusu tarafından kışla olarak yaptırılmış, sonra kışlayı 1941 yılına kadar Yugoslavya ordusu kullanmış, 2. Dünya Savaşı döneminde bir süre Naziler tarafından işgal edilmiş, Yugoslavya bölünüp Slovenya Yugoslavya’dan ayrıldıktan sonra ordu bu kışladan çekilmiş ve işte o dönem “Network of Metelkova” adlı bir topluluk, bölgeyi sosyal bir merkez haline dönüştürmek amacıyla işgal etmiş ve burayı özerk bölge ilan etmişler. Topluluk bölgenin daha kullanışlı hale getirilmesi için Slovenya Devleti ile iletişime geçmeye de çalışmış; ancak geri dönüş alamayınca düzenledikleri oturma eylemleri ve konserlerle buradaki işgali başlatmışlar. Şehrin isyan sembolü haline gelen Metelkova yasal bir statüye sahip değil aslında.
Metelkova nın hemen girişinde 1800 lü yıllarda yapılmış bir hapishaneden otele çevrilmiş olan Hostel Celica var, hapishane restore edilmiş ve hücre odaları otel odalarına çevrilmiş, Metelkova da gezdikten sonra hostelin içini de gezdik, içi gayet güzel ve temiz. Bu hostel Metelkova ile işbirliği içinde Lujblijana Üniversitesi öğrenci örgütü tarafından çalıştırılıyor.
Stüdyolar, galeriler, konser alanları, kafeler, barlar ve dans kulüpleri bulunan binalardan oluşuyor Metelkova. Askeri binaların dış cepheleri ve iç mekânlar işgal süresince duvar resimleri, grafitiler ve heykellerle donatılmış. Çok ilginç duvar resimleri, sanatsal çalışmalar var, özellikle Gollum duvar resimleri, heykelleri Metelkova’nın simgesi haline gelmiş. Her taraf rengarenk, bir sanat atölyesinde dolaşır gibi hissediyor insan kendisini. Metelkova’da birçok konser, etkinlik oluyor, özellikle akşamları ve hafta sonları çok canlı, şehrin gençlerinin büyük kısmı hafta sonlarını burada geçiriyor. Biz gündüz gezdiğimiz için sanat galerisi gezmiş gibi hissettik, gece daha farklı olduğu kesin.
Metelkova da bir süre takıldıktan sonra haydi bakalım yolcu yolunda gerek deyip Bled gölüne doğru yola çıktık, güneşi Bled de batıracağız ve bu gece Bled gölü kıyısında konaklayacağız.
BLED GÖLÜ
Bled, Ljubljana’ya 54 km uzaklıkta, Ljubljana’dan rahatça gidilebilen güzel ve manzaralı bir yol. Bled için çok fazla birşey söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum, göl, renkler, doğa, manzara harikası. Hele sonbaharın renkleriyle daha da muhteşem.
İnsan gözünü alamıyor, öylece durup orada kalmak sadece seyretmek istiyor,
çıt çıkartmadan.
Biz Bled de Garni Hotel Jadran-Sava Hotels de kaldık, otel belli ki buranın eski otellerinden, tam göl kenarında, göl manzaralı odalarında kalmak, sabah sis inmiş göl manzarasına uyanmak güzeldi. Otel ve eşyalar eski ama özellikle temizliğinden memnun kaldık.
Ancak Bled ile ilgili bir eksiklik sevimli bir restorant ya da bir cafe olmaması, biz çok aradık ama maalesef içimize sinen güzel, sakin bir cafe bulamadık.
Bled gölü üzerinde yaptığımız drone uçuşunun kısa özetini, Chopin – Spring Waltz eşliğinde izleyebilirsiniz.
Sabah Bled’de maalesef yağmurlu bir havaya uyandık, bugün Slovenya’nın kuzeyinden çıkıp, Avusturya sınırına paralel yol alıp, oradan İtalya’nın Udine ve özellikli kasabası Palmonova’yı görüp, Trieste şehrinden aşağıya doğru inip, Slovenya’nın Adriyatik kıyılarındaki kasabalarını gezeceğiz.
Evet ilk olarak ne zamandır görmek istediğimiz Palmanova’dayız, burası İtalya’nın Slovenya sınırına yakın, yerleşim olarak çok ilginç tasarlanmış bir kasaba. 16.yüzyıl sonlarına doğru Venedik İmparatorluğu tarafından rönesans döneminde kurulmuş olan Palmanova “Yıldız Kale” adı verilen bir sur sistemi ile korunma amaçlı kurulmuş. Özellikle de Osmanlı İmparatorluğu saldırısından korunmak amacıyla askeri bir üs olarak planlanmış.
Palmanova yukarıdan bakıldığında özelliği olan ama içine girildiğinde çok da özelliği olan bir kasaba değil maalesef, binalar eski İtalyan kasabalarına çok benzemiyor, daha sıradan, sadece ana meydana gittiğinizde meydandan açılan yolları gördüğünüzde şehrin yapısını anlayabiliyorsunuz
Palmanova’dan Trieste’ye geçtik, Trieste’de akşam konaklayıp, sabah Slovenya’nın Adriyatik kıyısı kasabaları olan Koper, İzola ve Piran’a gittik. Slovenya’nın Adriyatik’te İstria yarımadasında üzerinde 46 km lik bir sahil şeridi var. Tüm bu sahil kasabalarının ortak özelliği İtalya kasabalarına çok benzemeleri, şehirleşmelerinde Venediklilerden ilham aldıkları çok belli. Bu kasabaların, daha önce gördüğümüz Hırvatistan’ın Istria bölgesi kasabalarından Rovinj kasabasıyla benzerlikleri de bizi ayrıca şaşırttı.
Koper, İzola ve Piran kasabalarının hepsi çok güzel, dar sokaklar, birbirine yaslanmış evler, bozulmamış tarihi yapısı ile hem şık, hem sevimli sahil kasabaları.
Bu kasabaların hepsi ayrı güzel ama biz içlerinden en çok Piran’ı beğendik.
Piran, ortaçağ kasabalarına benzer mimarisiyle bir açık hava müzesi gibi, şehirdeki dar sokaklar ve birbirleri ile iç içe sırtsırta yapılmış olan evler ayrı bir güzellik oluşturmuş.
Kasabanın sevimli ve şık Tartini meydanı, meydanın hemen önündeki küçük balıkçı limanı, limanın ucundaki deniz feneri, meydandaki renkli küçük evleri, meydana tepeden bakan St.George kilisesinin çan kulesiyle, meydandaki ve sahildeki restorantları ile Piran çok keyifli bir kasaba. Renkli kayıkların bağlandığı sahilinde ve dar sokak aralarında yürüyüş yapmak, çan kulesine çıkıp, bu güzel sahil kasabasını tepeden seyretmek muhteşem.
Artık Adriyatik sahilindeki keyifli kasabalarını da gördüğümüz Slovenya’dan dönüşe geçiyoruz, uçağımız Ljubljana’dan akşam saatlerinde, ama biz önce tekrar bir yemek ve kahve içimlik zaman ayırdığımız Ljubljana’ya dönüyoruz. Piran Ljubljana arası 121 km, 1 saat sonra Ljubljana’ya dayız.
Doyamadığımız Ljubljana’nın sokak aralarında, nehrin kenarında sakin sakin yürdük, nehrin hemen yanındaki balık pazarının olduğu yerdeki balıkçı da yemeğimizi yedik, yine nehir kenarında oturup çayımızı içip, pastamızı yedik, sakinliği içimize çekip, bir kez daha Ljubljana’ya gelme kararı ile havaalanına doğru yola çıktık ve bir gezimiz daha burada bitti….
Netice,
-Slovenya’yı çok sevdik, özellikle Ljubljana’yı. Hatta ara ara mutlaka gelelim diyerek döndük Ljubljana’dan, niye derseniz öyle tarihi eserleri, çok görülecek özellikli binaları yok ama sakinliği ile mutlu eden ayrı bir huzuru var Ljubljana’nın,
-Tekrar gidersek Eylül ayında ve Perşembe akşamından gideriz, çünkü Cuma günleri yapılan Open Kitchen denen pazar etkinliğini görmek isteriz,
-Slovenya’ya yakınlığı bakımından Zagreb de bu tura eklenebilir, ama biz daha önceden Zagreb’i gördüğümüz için İtalya şehirleri Trieste ve Palmanova’yı görmeyi tercih ettik, görmeyenler için kesinlikle Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e gitmek daha mantıklı, Zagreb-Ljubljana arası sadece 140 km,
-Slovenya Milli Kütüphanesine çok istesek de fırsat bulup biz giremedik ama görülmesi gereken yerlerden, bir daha gidersek mutlaka ziyaret edeceğiz,
-Slovenya diğer Avrupa ülkeleri gibi pahalı değil, hem otel hem de yiyecek fiyatları çok daha uygun,
-Sovenya gezisi yapıldığında Ljubljana, Bled ve Piran mutlaka görülmesi gereken yerler.